KARANLIK; IŞIĞIN NEGATİF İYONİZE OLMUŞ İZDÜŞÜMÜDÜR! BAŞIMIZDA KÂİNATIN SARKACI.. GEÇMİŞ - ÂN - GELECEK .. VAROLMUŞ VE OLACAK... BURASI GECE VARDİYASI! BURADA HERŞEY OLASI...

Pazartesi, Kasım 21

Kutlama


Zamanın akışına hükmedemiyor olmanın ve kaçınılmaz sona yaklaşmanın kutlaması olur mu? Doğumgünlerinde oluyor doğrusu. Bu yanı ile derinlerde bir yerde hüznü beslese de, rüyalarına girdiğin, kıyılarına vurduğun, kapısında durduğun bir insan yaşlanırken; yani, biraz daha uzaklaşırken çocukluktan, yanında olmak ve şahit olmak büyüdüğüne eşsiz bir duygu... Ötesi var çünkü, habersiz yaşlananlar... Bu sebepten işte bugün, ey hüzün; sana inat, hem ağlanacak, hem kutlanacak!

Çarşamba, Kasım 16

Kul Ahmed


Bir ihtimâldi varlığın... Yokluğun, utandığımız bir yalan şimdi... Beş yıl oldu ve hepsi bu !

Salı, Kasım 15

Hiç


« Amerikalı Angela Disabella, beş aylık bebeğinin parmağını emmesini önlemek için acı biber sürdü. Küçük kız, nefes alamayarak öldü. »
Hiçbir şey bize ait değil! Hiçbir şey bize ait değil! Hiçbir şey bize ait değil! Hiçbir şey bize ait değil! Hiçbir şey bize ait değil!

Ya hiç ; ya da çok az umutla idare etmeli... Çok az...

Cumartesi, Kasım 12

Yolcu


Hiçbir yoldan hayır gelmiyor, merkezine kendini oturtmayınca.. Oysa; yollar ve yolculuklar elinde olmalı insanın.. Sebepler, sonuçlar, hep elinde.. Yoksa akıl yoruluyor, çizgiler kararıyor.. Günler geçiyor da öyle, saatler geçmek bilmiyor. Hasret yok! Özlemek yok! Tövbe büyük günahlara! Lâkin bir sonu olmasın mı hâlâ? Her gidişte hayattan da gidiyorum nicedir. Bu kadar yollara yazgılı bir kurgu, niyedir?

Perşembe, Kasım 10

09:10


"..."Kalbim, iki değirmen taşı arasına düşmüş buğday tanesi olsa ancak bu kadar ezilirdi. Ne ağlayabiliyor, ne konuşabiliyor, ne de konuşulanları anlıyordum. Bir ara büsbütün kendimden geçmişim. Odadan deli gibi fırladım. 'Nereye?' diye arkamdan koştular. 'Şimdi geliyorum,' dedim..." Atatürk'ün yaveri Salih Bozok, şuursuzca sarayın merdivenlerinden aşağı koştu. Alt katta boş bulduğu bir odaya dalıp kapıyı kapattı. Az sonra içeriden tek el silah sesi duyuldu. Sesi duyup koşanlar O'nu kanlar içinde buldular. Tabancasından kalbine sıktığı bir kurşunla devrilmişti." can dündar, sarı zeybek
İtiraf gibi bir ölüm... Şiir gibi bir intihar... Bir kalbin beynine oynadığı muhteşem bir "son" oyun... Bu tercih, bu vazgeçiş bir yok oluş olabilir mi? Ve Allah; hiç özüne merhamet edeni cezalandırabilir mi? Kim sorgulayabilir sevdiğini yitirmenin acısını? Kim susturabilir acının fizikötesi çığlığını? Ve kim bastırabilir rûhun yaşama dair yenilgisini? Hiç kimse! Peki; bunca yaşarken, ben neden ölemiyorum? Daha mı az seviyorum yitirdiklerimi? Daha mı çok bağlıyım hayata? Yoksa kalbimin beynime oynayacağı o son oyunun gücü mü eksik bende? O kuvvet ve kudreti kendimde bulamadığım için olsa gerek; kendinde bulanların yaralı rûhuna sarıp bozgunumu, "kuru bir gıpta duygusu ile yaşamak" gibi zavallı bir tercihin ardına saklanıyorum. Çok yazık! Bu ömrün hesabını benden soracaklar bir de...

Çarşamba, Kasım 9

İç


Kendi sonuna doğru yuvarlanan bir renk topunun, bîhude çırpınış ile nâfile harcanışları arasında ille de sözcüklerle uğraşıyorsa insan : ZAVALLIDIR ! Ve bu durum; ya tatlı hayata doğan insanların "iç" inden çıkma arzusu, yahut ta o "iç" lerden dışarı atılmaya sebep bir yetersizlik yüzündendir. Söyleme alışkanlığını kırmak isteyen bir "yazmak" , zararlı bir bahâne, kötü bir mâzerettir. Çünkü; "iç"in kapılarını zorlayan hüzün, tehlikelidir ve gerekiyorsa delirmelidir!

Pazartesi, Kasım 7

Bilâistisna

"Bana kalırsa film biraz karışıktı," dedi genç adam, "bazı yerlerini anlamadım." "Canım," dedi kız, "sonunda çocuk ölüyor işte." "Aptal..." dedi delikanlı, "o kadarını biz de anladık." (oğuz atay, tehlikeli oyunlar)


- Daha önce okumamış mıydın?
- Kerelerce okudum ama, her okuyuşumda değişiyor sonu.
- Güldürme beni. Adam ölecek. Bu kesin. Son değişse bile adam ölüyor. Hep ölüyor adam.
- Olabilir. Öykülerde ölüm çoktur. Hadi çıkalım.
(faruk ulay, kopuk bağlantılar)

Herkesin filmi bir gün bir şekilde aynı "son" ile bitecek. Hal böyleyken, filmlerimizin kurgusuna onca kafa yorup, titizlenmelerimiz niye ki? Kurguya göre Oscar mı verilecek? Ölüm; istisna tanımayan tek kanun. Diğer kanunlar gibi manipüle edilemiyor ve ben her ölüm haberinde avuçlarım patlayıncaya kadar alkışlamak istiyorum, onun bu yersiz adaletini.

Pazar, Kasım 6

Jeanny


- Tatsız bir haberim var, ama?
= Söyle.
- Bizim yan bloktan bir kadın...
= Eee?
- Sekizinci kattan.. aşağıya atmış kendisini..

Tanımıyorum ama güzel olmalı.. Yirmi altı yaşında bir kadın hiç çirkin olabilir mi? Şimdilerde yıkılmış bir eşi ve herşeyden habersiz soluyan beş aylık ta bebeciği varmış. Terliğinin bir teki yukarıda kalmış. Bulduklarında, yüzü beyaza kesik, gözleri açıkmış. Görünürde olanlara bir sebep yokmuş. Hatta bir gün öncesinde, geleceğe dair basit planlarından söz etmiş birilerine. Basit planlar... Hiç değişmiyor... Oysa... Aah, kim kime sahiden bir şeyler verebiliyor? Zihnimde 80'li yılların Falco'sundan "Jeanny" çalıyor. " Du dich? Ich mich? Oder, oder wir uns? "

Geride kalan olmak duygusu, belki taşıması güç bir "ceza", ama olsun. Ben intiharları seviyorum. Bedeni ile rûhu arasındaki köprüyü "intihar" lokumu ile havaya uçuranlara ise gıpta ediyorum. Hatta bir gün gerçekleşecek olan ölümümün de "intihar" olmasını diliyor ve daha büyük bir keyifle yakıyorum sıradaki cigaramı. Ne yapayım? Şimdilik elimden bu kadarı geliyor.