KARANLIK; IŞIĞIN NEGATİF İYONİZE OLMUŞ İZDÜŞÜMÜDÜR! BAŞIMIZDA KÂİNATIN SARKACI.. GEÇMİŞ - ÂN - GELECEK .. VAROLMUŞ VE OLACAK... BURASI GECE VARDİYASI! BURADA HERŞEY OLASI...

Cuma, Temmuz 28

Kül Yağmuru


Kapılarını kilitleyip yataklarına gömüldüğünde tüm çekirdek aileler, ben harflerin ve sayıların evrenine geçiyorum sessizce, yüzümde renkli bir maske çaresizce. Dışarıda kül yağıyor çünkü geceleri. Ve insan insanı yiyor tüm işlevsel dişleriyle. Tanrı ise; elleriyle yüzünü örtmüş, ağlıyor, çok uzak evrenlerinde zihinlerimizin. Belki bir kaç nota, belki bir iki harf çağrıştırıyor O'nun yalnızlığını: Lam vav nun.

Yalan ve gizem. Sahte ve sır kolkola girmiş, gölgeliyor hayatımı. Neye elimi atsam, eski sahte korkular. Sanki bir büyük "daha önce yaşamıştım bunları" ânı. Ve galiba artık karar veriyorum. O eski yenilgiler ve acılar olmayacak. Kişisel meydan savaşlarında da yokum ben. Çünkü ne yapsam durduramıyorum bu acı yağmuru. Tanrım; geceleri durmadan kül yağıyor.

Sonunda karar veriyorum ve kendimi kırıyorum.

Senin ruhun bile duymayacak uzak, mavi, yeşil ve küçük kadın. Sadece uykunda şöyle bir dokunacak adını bile duymadığın acılar göğsüne. Meleklerin imkansız notaları duyulacak yatağının başucunda. İnleyeceksin nedensiz ve bilinçsizce. Küçük ve anlamı oldukça kapalı bir sızı kalacak sabah uyandığında. Çünkü ben geceleri yapıyorum en olmayacak büyüleri. Gözkapaklarımda notalar, şiirler ve şair ölüleriyle... Çünkü kül kaplı her yanı şehrin.

Bir gece, hiç bir araba geçmeyecek caddelerden. Sokaklarda hiç bir köpek havlamayacak. Çöp tenekeleri sessiz ve kedisiz bekliyor olacaklar. Ve özgür atlar gelecek dolu dizgin. Koşacaklar uykusunda şehrin. Bir tek sen ve ben şaşırmayacağız. Ben: karanlık bir ev içinde dalgın, Sen: sabah hatırlamayacağın düşünde kırgın.

Söyle kim engel olabilir hayalî vuslatın sevincine!

Lam vav nun...

Cuma, Temmuz 21

Öteki Peri


Yaşamak ne ki? Hem kendini, hem sevdiklerini durmaksızın kimsesiz bırakmak değil mi? Yaşamak, yüzünü onca yemine rağmen ortada bırakmak değil mi? Yaşamak, her gittiğin yerde bıraktığın yüzlerini özlemek değil mi? Yaşamak, içinde o sonsuz ve tesellisiz acının tesellisini aramak değil mi?

Bu hayatın ne yengisi, ne yenilgisi teselli etti beni. Ne zaman "kazandım" ya da "artık kurtuldum" desem, daha derin bir boşluk açıldı önüme. Bu hayatın kurallarıyla ne zaman çıksam yola, kazandıkça kaybettim, yükseldikçe alçaldım. Ne aklımdan kurtuldum, ne delirdim. İçimdeki erdem öylesine soluksuz kalmış ki, ne zaman aşkın bir güzellik görsem, ertelediğim hayatım gelirdi aklıma. İçimdeki erdemi suç ve günahla sınamaya geç başlamıştım çünkü... Çünkü ne zaman kirli, inançsız bir gün yaşasam; anlamsızca ve kimsesiz bir ağlayış gelirdi içimden. Ne zaman beni bana hissettiren birine sarılsam; çok uzaktan, çok eski bir duygu, bana rağmen - bana inat yanımdan geçip giderdi. Kimi sevsem, hiç olmadığı kadar yalnızlaşır; kimi anlamaya çalışsam, hayatımın boşluğu çarpardı yüzüme. Ve kime.. Kime elimi uzatsam; o ertelenmekten unutulmuş ömrümle karşılaşırdım. Kendimi daha fazla ne kadar tüketebilirdim?

Tek başına hiçbir sorunun yanıtını bulamıyor insan...
Ve çaresiz, "öteki" perisini yaratıyor hiç durmadan...

Cuma, Temmuz 14

Merdiven


Çabuk çabuk çıkıyorum merdivenlerden. Ben çıkarken ağır ağır inen biriyle karşılaşıyorum. Yol veriyorum. "Bahtiyar ol kızım" diyor yol verdiğim ihtiyar. Biraz sonra, yukarı katta işimi bitirmiş, aynı hızla merdivenlerden iniyorum. Bu kez "Bahtiyar ol kızım" çıkıyor merdivenlerden yavaş yavaş. Yol veren yine ben oluyorum. "Bu kadar koşuşma yavrum, değmez" diyor ihtiyar. Bu sözcüklerin üzerinde düşünmek gereğini duymadan iniyorum merdivenlerden.

İşimi bitirince, yeniden merdivenlere yöneliyorum. Bir delikanlıyla karşılaşıyorum merdivenlerde. Bu kez bana yol veriyor. "Bahtiyar ol oğlum" diyecek yaşta değilim. Üstelik dairemizde bu yeni yetmenin işi ne? Merdivenin ortasında durup soruyorum: "Az önce, yaşlı bir memurumuz çıkmıştı yukarı. İnmedi. Yoksa ben mi görmedim? Kendisi şu anda yukarıda mıdır? "Evet" diyor gülümseyerek delikanlı. "Yukarıda, bir kanapenin üzerine uzanmış yatıyor. Çıkarsanız göreceksiniz. Cankurtaran çağrıldı. Ama kanımca, bir cenaze arabası çağırmak daha yerinde olurdu. Buyrun, buyrun siz de çıkın..."
Yol veriyor.
Ama benim yola gereksinmem yok.
Belki yukarı çıkmam için bir neden de yok.
"Siz buyrun" diyorum.
Ve meslek hayatımda, ilk kez, kendimden genç bir memura yol veriyorum.
Garipseyerek iniyor merdivenleri.
Merdiven basamağında bir süre duraladıktan sonra, kararımı verip ben de aşağı iniyorum.

Ne işim var benim yukarıda?

Cuma, Temmuz 7

Zamanlar


Vardı. Bebek patilerinin, böğürtlenin, sert mürdüm eriğinin, hilesiz domatesin, saygılı esnafın, kendisine adanmış varlığımın O'nda karşılık bulduğu zamanlar. Hayırlara uğurlandığında, belli belirsiz bir gülücüğün gelip dudağına konduğu zamanlar. Kuzey denizlerine yolculuk gibi gerçekleşme ihtimâli çok küçük heveslerime şefkatle katıldığı zamanlar. Parasızlığı yerli yerine koyduğu zamanlar. İyi bir fasılın bensiz içine sinmediği zamanlar. Alacakaranlıkta, uykularının en derininde gözüne iliştiğimde, canhıraş sarılma-larının zamanları. Önümdeki kaçınılmaz kışı, acımasız yaprak dökümünü, O'nun öğrettiği "sonbahar gülü olduğum"un idrâkiyle, efendice göğüslemeye kendimi hazır hissettiğim zamanlar.

O'nu kaçıranın ne olduğunu asla bilemeyeceğim. İblis, yollarımı kesti, zihnimi kararttı. Gözlerine mil çekti, kulaklarını tıkadı, kalbini mühürledi. O, bir benden oldu, bir ötekinden, çarelerim tükendi. Alın terimi alın terine, ömrünü ömrüme eklemesini istemiştim. O post restant kalmayı tercih etti. Mektuplarımın eline geçip geçmediğini de asla bilemeyeceğim. Bildiğim tek şey, bu uçsuz bucaksız dünyada artık yaşamak isteyeceğim hiçbir şeyin kalmadığı. Bu sebepledir ki, gözlerimin önünü arkasına çevirdim. Oftalmik migren diyorlar, kırık ışıkların perdelediği koyu karanlıklarda arıyorum O'nu.

Canevimde bir sanık oturur, zâlim.
Yaslamış sırtını umarsız tutkuma, aşağılar da aşağılar artık.
Ne bu aşk, ne bu âşık, ne de bu bildik dünya: iflah etmeyiz gayrı.