"Yazarlar daima birine ihanet eder." Joan Didion

Yeni şeyler söylemeye çalışacak yerde "yeni şeyler söylemek lazım cancağazım" sözünü tekrar ederek entelektüel olduğunu sanmak, başkalarını taklit edip kendini sanatçı saymak, yetenekli olmakla sanatçı olmayı birbirine karıştırmak ve her şeyi sığlaştırıp ‘denizleri kurutarak’ kalanlara ‘göç’ten başka çare bırakmamak.
Hoşlandığı veya sevdiği kadını etkilemek için birikimlerini ve zekâsını nüktelerine, gündelik yaşamın her alanındaki seçimlerine katıp yansıtmak yerine, bildiklerini, öğrendiklerini papağan gibi anlatan erkeklerin sıkıcılıkları ve düştükleri gülünç durum kadar trajikomik ve boğucudur böyle ortamlar. Nefes almak için uzaklaşmak istersiniz. Öyle bir erkeği hayran hayran dinleyen kadınlar nasıl ya aptal ya da çıkarları gereği rol yapan kurnazlarsa, ancak öyleleri mutlu olabilir oralarda da.
Üretilene, fikre, esere hakkını vermek kadar insanın gerçek değerini de ayırt etmek önemlidir ama. Sadece isimlerine, işgal ettikleri konumlara bakıp onlara özenmemek. Kaderin cilvesi, aynı kadına âşık olan iki yazardan, Romain Gary aldatıldığında derin bir sessizliğe gömülüp hiç konuşmadı, Carlos Feuntes, terk edildi diye bir kitap yazıp bütün mahremiyetini ortalığa saçtı. Aynı derinliklerde hep aynı renkte balıklar yüzmez çünkü. Çevrenize şöyle bir bakın ve karar verin, sizin yaşadığınız çevre hangisini baş tacı ediyor? Neleri makbul sayıp kimlere prim veriyor? Bir şeyleri saklıyormuş gibi yaparken gözünüze sokmaya çalışanların ikili oynamalarına da kanmayın, en tehlikelisi onlardır ve en sinsileri.
Ve adınıza, fiziğinize, gücünüze hiç güvenmeyin. Hepsi bir anda değişebilir; bir de bakarsınız Marcel Ayme’nin romanındaki gibi kendi kendinizle aldatılırsınız.