KARANLIK; IŞIĞIN NEGATİF İYONİZE OLMUŞ İZDÜŞÜMÜDÜR! BAŞIMIZDA KÂİNATIN SARKACI.. GEÇMİŞ - ÂN - GELECEK .. VAROLMUŞ VE OLACAK... BURASI GECE VARDİYASI! BURADA HERŞEY OLASI...

Cumartesi, Mayıs 24

Mutsuzluğun Adları

Bana “mutsuzluğun diğer adı ne” diye sorsanız, “mecburiyet” derim.

Kayıpları, ayrılıkları; bütün o birdenbire yere çakan, yakıp kavuran, lime lime parçalayan büyük acıları dururken hayatın, onu mecburiyetle eşdeğer tutmayı mutsuzluğa saygısızlık sanmayın.

Her ne sebeple olursa olsun istemediğiniz işleri yapmaya, o işlerin gerektirdiği birtakım koşulları arzu etmeseniz de yerine getirmeye, hoşlanmadığınız insanların olduğu ortamlarda bulunmaya, sürdürmekten memnun olmadığınız ilişkileri devam ettirmeye, gönülsüz tanıklıklara zorunlu olmaktır bazen de ve o işlerden, o yerlerden, o kişilerden uzaklaşamamak, kaçamamak, usul usul törpüler yaşama sevincinizi, müzminleşir can sıkıntınız, canlılığını yitirir duygularınız, mutsuzluğun öteki yüzünü tanırsınız.

En şiddetli acılarla sarsılırken, en derin yaraların ıstırabını çekerken bile eğer hayata dair umutlarınız tükenmemişse, hâlâ hayal kurabiliyorsanız, bütün yıkılmışlığınıza rağmen mutsuz bir insan sayılmazsınız. Acılı, dertli, yaralı denebilir size ama mutsuzlukla yaftalanamazsınız.

Herkes bilir, mutluluk süregiden bir duygu değildir, zaman zaman hissedilir. Mızmız, sünepe, silik, âdeta yaşamınızın dokularına işlemiş bir ruh hali olarak mutsuzluk ise kronikleşir. Sorumluluk demiyorum, üstüne basa basa zorunluluk diyorum; aralarındaki muazzam farka dikkat çekerek. Ölüm vurgunlarının, aşk yangınlarının, ayrılık sancılarının harap etmesine benzemez, yapınızın ‘temel direklerine’, duvarlarına sinmiş sinsi bir rutubet gibi işler içinizde.

Farkında olmak diğer çehresidir mutsuzluğun.

Bilmek mi, anlamak mı, sezmek mi, artık her ne isim verirseniz ona, farkındalığın mutlulukla ters bir orantısı vardır sanki. Biri çoğaldıkça diğeri azalır. Belki de bu denklemin kendini kandıramamakla bir ilişkisi olmasındandır.

Öğrenmek istemediklerinizi öğrenmek, görmek istemediklerinizi görmek ve hepsinden ağırı, bu durumun yahut bu konumunuzun devam etmesidir mutsuzluk bir de.

Yani gidememektir mutsuzluk...

Gidememeyi kendinize yakıştıramamaktır.

Hele ki alışkınsanız gitmeye, gideni takip etmemeye ve kaçmaya size huzursuzluk veren her yerden, her şeyden, her insandan.

Mutsuzluk alışkın olduğunuz şekilde davranMAmaktır...

Ne doğru bir teşhistir, “gördüğünden aşağı düşmektir” en başta. Hem de buna bağlıysa şahit olmak istemediklerinize şahit olmanız, bu yüzdense uzaklaşamamanız bulunduğunuz ortamdan...

Gerçek kırgınlığınızı anlatamamaktır mutsuzluk, anlatsanız anlamayacağını görmektir buna sebep olanın.

Hiç aldatmayın kendinizi, mutsuzluğun adı bizzat yaptığınız aptallıklardır. Akıl edemediğinizden değil hem, zekânıza rağmen, bile bile yaptığınız aptallıklar... Hani o aptallığınızla övündüğünüz... Akıllı değil zeki insanların güveniyle, coşan duygularınızın seline kendinizi korkmadan bıraktığınız aptallıklarınız. O aptallıklar, aptallık oldukları ortaya çıktığında dahi mutluluğunuzun aslî nedeni olabilirler aslında. Ancak arkasından mecburiyetler, zorunlu tanıklıklar, istenmeyen tanışıklıklar, hoşlanmayacağınız şeylerden haberdar olmalar ve gidememeler gelirse, mutsuzluğun adını çok kolay koyarsınız.

Ya o tek bir aptallık, bütün dengeleri altüst ettiyse yaşamınızda... Sırf bunun için başka aptallıklar yaptırıyorsa size vicdanınız?

Hayatınızı, tüm mahkûmiyetlerden, mecburiyetlerden kurtaracak, sizi mutluluğa götüreceğinden emin olduğunuz adımı bu sefer duygularınıza karşın, iradenizi kullanarak atmıyorsanız... Üzülmeyi, üzmeyi göze alıp, geçmişteki hatanızın vebalini, o yanlışta hiç dahli olmayan birine yüklemeye razı olmuyorsanız, aptallık diyemezsiniz, eski aptallığınızın bedelidir ödediğiniz.

Mutsuzluk o bedeli ödemeniz değildir asla...

Yaptığınız aptallığın bir bedel ödemeye değecek olmamasıdır!