KARANLIK; IŞIĞIN NEGATİF İYONİZE OLMUŞ İZDÜŞÜMÜDÜR! BAŞIMIZDA KÂİNATIN SARKACI.. GEÇMİŞ - ÂN - GELECEK .. VAROLMUŞ VE OLACAK... BURASI GECE VARDİYASI! BURADA HERŞEY OLASI...

Cuma, Haziran 30

İyi uykular !



İnsan kadife bir hatıradan başka nedir ki? Geçmiş: üstümüzü her gece onunla örttüğümüz... Uykuların derininde kor yankılarına düşer gibi olduğumuz ve sonra unuttuğumuz. Dağın doruğu ile dağın derini arasındaki mesafeden başka nedir ki insan: derininde kor tutmuş haller, doruğunda ıssızlık bilgisi... Güne ait sesler çoğaldığında hatıranın kendisi de kokusu da bilgisi de silikleşecek..
Ve insan,
sabahın nemi kadar sessiz olmayı isteyecek.
İyi uykular!

Cuma, Haziran 23

Zamanın Zamanı


Zamanın bir başlangıcı var mı?
Zaman hep mi vardı?
Peki, zamanın bir sonu olacak mı, bir gün bütün anlar dağılıp karanlık bir boşluğun içinde kayıp mı olacaklar?
Eğer zamanın bir başlangıcı ve bir sonu yoksa, her şeyi bir başlangıç ve sonla ölçen zamanın kendisi bir başlangıçla bir sondan yoksunsa, onu ölçecek olan o iki ucu ele geçiremiyorsak, o vakit, evrenin, dünyanın, tarihin, insanların ömrünü ölçen zamanın kendisi ölçüden âri mi?
Zamanın bir zamanı yok mu yani?
Zamanın bir başlangıcı varsa şayet, o başlangıçtan önce var olan neydi peki? Zamansız bir boşluk mu? Yoksa ölçüleri bambaşka olan bir zaman mı?
...
Beş bin yıl önce başladı birileri yazı yazmaya.
Beş bin yıldan beri yazıyoruz.
Dünya yaratılalı dört buçuk milyar yıl olmuş, öyle diyorlar.
Bir gün dünyanın ateşe düşmüş bir kristal top gibi patlayıp, parçalanacağını da söylüyorlar.
Anıt yıkılır o vakit.
Zaman ne zaman başladı, diye soran kimse kalmaz.
Zaman kalır mı peki?
Dünya ve insanlar yok olduktan sonra zaman yine sürer mi?
Zamanı ölçü olarak kullanacak insanlar olmadığında, zaman varlığını sürdürebilir mi?
...
Zaman ne zaman başladı?
Yoksa hiç başlamadı da, bir güneşin çevresinde hep aynı hızla dolaşan küçük bir gezegende biz öyle bir şeyin varlığını uyduruyor muyuz?
Bunları bilmiyoruz, yalnızca iki gerçek var şimdi, uğultulu bir gecede gölgem bir pencereye yansıyor ve bin yıl sonra bu soruların cevabını yine bilmeyecekler.

Cuma, Haziran 16

Yazman


Bir yazmanım var. Ne söylersem yazıyor.
Ama yazmanımın garip bir de huyu var: Yazarken söylediklerimi değiştiriyor.
Örneğin, ben "Babamla, bülbül dinlemeye Bokludere'ye giderdik" diyorum.
Önüme gelen daktilo edilmiş metinde ise şöyle bir cümle okuyorum:
"Evde sıkıntıdan boğulduğumuz gecelerin sabahında, daha gün doğmadan yola koyulur, şafak sökmeden vardığımız Söğütlüdere'de bir ağacın altına oturur, bülbüllerin ötüşünü dinlerdik. Gün yükseldiğinde, bülbüllerin sesini karga sürülerinin sesi alırdı."
Ya da, örneğin ben, "Aşk insanın içindedir" mi diyorum, önüme gelen kağıtta şöyle bir cümleyle karşılaşıyorum: "Aşk iki insan arasında oluşur, ama çoğu kez yalnız birinin gönlünde gelişir."
Örnekleri çoğaltmanın gereği yok.
Yazmanımın ne mene bir kişi olduğunu yeterince belirliyor bu örnekler.
Kaç kez ona yol vermeyi düşündüm. Ama bir türlü gerçekleştiremedim bunu.
Yazılarımı, öykülerimi onun yazdığı gibi yayımlamayı sürdürüyorum.
Üstelik kendi adımla.

Cuma, Haziran 9

Sır


Geceydi. O zamanlar yirmi bir yaşındaydım. Bir hastane odasında kimsesiz yatıyordum. Belli belirsiz küçük bir ay ışığı, tam karşıdaki pencereden süzülüp uzun saçlarımı aydınlatıyordu. Kimsesiz orada öylece yatıyordum. Akşamüstü tam gün batımında rahmimde ölen, erkek mi kız mı hiçbir zaman öğrenemeyeceğim küçük bebeğimi benden hoyratça çekip almışlardı. Acı duymamıştım ya da yüreğimdeki keder öylesine yoğundu ki, acı yok olmuştu.

Geceydi, kapının açıldığını duydum, biri odaya girdi. Bekledim, sesim çıkmadı, gelenin üstünde beyaz doktor gömleği vardı, yanıma yaklaştı ve hiçbir şey söylemeden saçlarımı okşadı. Korkmuştum, hayır daha çok şaşkındım; pencereden vuran ışıkta adamın gözlerini gördüm, gözleri bir yerlerde, bir nedenden çok derin yaralanmıştı. Eğilip kulağıma fısıldadı, "Ölen karıma çok benziyorsun. Yanına yatabilir miyim? Sadece yatabilir miyim?" donup kalmıştım. Sesim yok olmuştu. Hafif yana kaydım, o geldi yanıma uzandı. Öyle uyudum.

Salı, Haziran 6

Hexakosioi - Hexekonta - Hexa Phobia


"Bugün 2006’nın 6. ayının 6. günü ya...

“666” için “kıyamet günü” tahminleri yapılıyor.

Benim doğum günümde de var “666”; ömrüm kıyametse kıyamet...

Ama ben memnunum kendi kıyametimden...

* * *

“Kıyamet günü”nüz kutlu olsun...!

(Can Dündar olarak, bu cümleyle “Son sözleri” listesine girer miyim dersiniz?) "

Cuma, Haziran 2

Pike


Pike... kendini bırakmak demek. Kanat çırpmadan. Havadan ağır olan bedenin, yeryüzüne doğru süzülüşü. Bu süzülüşte, göl kıyısındaki kamışların ardında bir avcı görüyorum. İki kanat çırpışı... yeniden havalanıyorum. Ama o ne, bir patlama ve göğsümde bir acı. Dengemi yitiriyorum. Güçsüz kanatlarım çırptıkça dayanılmaz bir acı veriyor. Yükselme çabalarım boşuna. Boşlukta yalpalayarak düşüyorum. Ağaçlar, çalılar, toprak yaklaşıyor. Ya da ben onlara yaklaşıyorum. Aynı şey. Düşmemek için yeniden çırpıyorum kanatlarımı. Ama güçsüz kanatlar havalandırmıyor beni. Düşme diyorum kendikendime. Düşersen bitiktir sonun. Düşmemek için çabalıyorum. Havalanmak, yükselmek için acıyla kanat çırptığımda, çok az, çok çok az yükselebiliyorum. Bu arada içimden bir ses, bana...


... olağanüstü bir kuş olduğumu, canımı verdiğimde küllerimden yeni bir kuşun doğacağını söylüyor. Küllerimden... Yeni bir kuş... Peki; bu yeniden doğacak kuş, gene ben mi olacağım?