KARANLIK; IŞIĞIN NEGATİF İYONİZE OLMUŞ İZDÜŞÜMÜDÜR! BAŞIMIZDA KÂİNATIN SARKACI.. GEÇMİŞ - ÂN - GELECEK .. VAROLMUŞ VE OLACAK... BURASI GECE VARDİYASI! BURADA HERŞEY OLASI...

Perşembe, Nisan 3

İki Yabancı



Kim, bir zamanlar çok yakın olmuş iki kişi kadar yabancı olabilir ki birbirine…

Bu kadar ağır, derin ve koyu bir yabancılığı başka kim hissedebilir yekdiğerine…


Yolların ayırdığı, yılların ayırdığı zamanlarda bile asla duyumsamadığınız o ürkütücü mesafe, o yüreğinizi donduran soğukluk nasıl yerleşir aranıza… 


Bakışlarınız karşılaştığında neden karanlık bulutlarla kaplanır gözleriniz, niçin öylesine sert bir rüzgâr eser de üşür içiniz… 


Artık ne o size güvenir ne siz ona güvenirsiniz ve gerçek güvensizlik birine güvenmemek değil o birinin size güvenmediğini bilmektir…


Bu güvensizliği yaratan birbirinize dair kanaatlerinizin değişmesidir; biriniz ötekinin söylediğiniz yalanı anlamayacağını, anlarsa da hâlâ ona hoşgörü göstereceğini sanarak yanılmıştır, biriniz doğruyu söylediğinizde öbürünün bunu anlayacağını ve hak vereceğini umarak belki de… 


Beraberken söylenen yalanlardan çok daha fazla yaralar insanı ayrıyken söylenen yalanlar halbuki… Çünkü içinde bir kendini savunmadan, karşı tarafı avutmadan ziyade karşısındakini küçümsemeyi saklar…


Böyle durumlarda iki çift göz aynı anda açılır, bakarlar ki ortalarında çok büyük bir uçurum vardır; onlar o uçurumun iki ucunda şimdi iki yabancıdır…


Hayretle süzerlerken birbirilerini, içi burkulur birinin, öfkelenir beriki… Öfkeli olan muhtemel ki “ne hakkı olduğunu” düşünür diğerinin onun hayatına “karışmasına”… Bilmez ki zaten esas mesele, istemeden “o hayata karıştırılmış” olmasıdır kırgın görünenin… Kesin olan her ikisinin de zamanında yanlış değerlendirmeler yapmalarıdır karşılıklı… Birincisi zekâsına sonsuz güvenip sevdiğinin, tek söz etmeden bile kavrayacağına inanmıştır her şeyi… İkincisi ise fazlasıyla “saf” bulup kendisini seveni, kaale almaz onun sezdiklerini, sanır ki o rıza gösterecektir her role, ona biçtiği… 


Duygularını güçlü yaşayanlar hep biraz “naif” bulunur. Oysa zekâ yoksa duygular yoktur, ne kadar zekiyse insan ancak o kadar duyguludur… Ama zekâ parlak ışığını duyguların kontrolüne mutlaka vurur… Doludizgin saldırmaz, için için kaynasa da dışarıya serin durur…


Hiç tanımadığınız, hiç tanışmadığınız, âdetlerinden habersiz olduğunuz, dilini bilmediğiniz kimselere hissettiğinizden dahi daha keskin bir yabancılıktır yaşadığınız… Zira yabancılık bir halin öncesini belirlemez, aslında sonrasıdır… İrtibatınız olmamış herkes potansiyel bir yakınlık ihtimali taşır… 


Yakınlığın ardından doğan uzaklık fakat, gittikçe açılan doldurulamaz bir boşluktur… İki insan arasında olabilecek en büyük yakınlık tadılmış ve nihayete ermişse, atılan adımlar kaçınılmaz biçimde aksi istikametlere doğrudur… 


Sıcak hisler kalmışsa geride, galiba bunu korumanın yolu istemediği konumlara çekmemektir birbirini ve denememektir neleri kaldırabileceğini…


Biten bir şey yeniden başlamaz, aynı şey iki kere yaşanmaz… 


Sevgi biter güven kalırsa yabancı olunmaz yine de, sadece güven zedelendiğinde ılık duygular yüz tutar serinlemeye… Konuşurken sözler sanki havada asılı kalır… Her sözün arkasında farklı ve maksadını aşan bir anlam aranır… Yavaş yavaş söner ışıkları, tenin altından çok derinlere inip kaybolur bir yerlerde duygularınız…


İlkönce bakışlar yabancılaşır, kurulaşır kelimeler…



İki yabancısınızdır artık, bir daha aynı dilden konuşamazsınız…