KARANLIK; IŞIĞIN NEGATİF İYONİZE OLMUŞ İZDÜŞÜMÜDÜR! BAŞIMIZDA KÂİNATIN SARKACI.. GEÇMİŞ - ÂN - GELECEK .. VAROLMUŞ VE OLACAK... BURASI GECE VARDİYASI! BURADA HERŞEY OLASI...

Pazartesi, Aralık 19

Pencere

Ben ne zaman söze başlasam; sen kaybolursun pencere kenarından.. Şimdi "konuş.. anlat.." diyorsun ya, ondan susmalarım.. Kaybolma diye...

Pazar, Aralık 18

Pamuk


Sanırdım ki; korku, yalnız dağları beklemekte. Meğer; indiği de oluyormuş, insan gözünün bebeğine. Bu pamucuk haberlerden içim daralsa da, yanar yanar gönül koyarım, yeniden hortlayan "aydın despotizmi"ne. Çünkü; sahiden de "bu topraklarda yaşananlar, haklı ya da haksız olma keyfiyetinin çok fevkinde. " (A.Alatlı)

(Yakaladığı "o an" fotoğrafı için Mustafa Küçük'e de saygı ve şükranla..)

Cumartesi, Aralık 17

Döngü


Döndüğüm onca ulvî eksen arasında, bir gün kendi süflî eksenimi de bulur muyum bilmem, ama bu ümidi taze tutmalı. Çünkü; âşık, mâşukunu beklerken "kavuşmak" belkidir, ama kavuşma umudu, mutlak yaşatan ve hayat verendir. Öte yandan; vuslat ölümdür ve ölüm bir dönüş! O halde; kâbusa döner mi hiç vuslatın olduğu bir düş? Demek ki; vakit geldiğinde dönmeli ve yaşadığı güzellikte ölmeli insan...

Pazar, Aralık 11

Çoğalmak

Azalmak ne ise ne! Çoğalmak güzel şey...

Cuma, Aralık 9

Yaprak


Ağaç ne kadar yüksek olursa olsun, yaprağın sonu değişmiyor. Ya daldaki süresi dolup tutamaz oluyor kendini, ya sert bir rüzgâr savuruyor, savunmasız bedenini. Değil mi ki başedilmez bir şey şu yerçekimi; süpürsen ne, süpürmesen ne, sokakların yaprak kirini?

Çarşamba, Aralık 7

Gölge


Yazık... İnsan bir kez uyandığı rûyaya yeniden yatamıyor ve "iç"ini göremiyor her bakmasında aynaya.. Arsızca sevgiyi çoğaltıyor da günlerin telâşeli kalabalığında, kendisini çağıran beyaz bir gölgeden öte, kirini yoğaltamıyor.. Gidebilsem; gideceğim elbet, kendi içimden bile. Uzakların dibime kadar geldiğini görmektense.. Ama olmuyor, olmuyor işte.. Bir kuvvet, oyalıyor hergün beni binbir düş ile. Yoksa; kerte kerte kopmak ile köprüleri atmak, kapı komşusu duygular ve bu duygulardan bugünlerde bizim evde çok var.

Pazartesi, Kasım 21

Kutlama


Zamanın akışına hükmedemiyor olmanın ve kaçınılmaz sona yaklaşmanın kutlaması olur mu? Doğumgünlerinde oluyor doğrusu. Bu yanı ile derinlerde bir yerde hüznü beslese de, rüyalarına girdiğin, kıyılarına vurduğun, kapısında durduğun bir insan yaşlanırken; yani, biraz daha uzaklaşırken çocukluktan, yanında olmak ve şahit olmak büyüdüğüne eşsiz bir duygu... Ötesi var çünkü, habersiz yaşlananlar... Bu sebepten işte bugün, ey hüzün; sana inat, hem ağlanacak, hem kutlanacak!

Çarşamba, Kasım 16

Kul Ahmed


Bir ihtimâldi varlığın... Yokluğun, utandığımız bir yalan şimdi... Beş yıl oldu ve hepsi bu !

Salı, Kasım 15

Hiç


« Amerikalı Angela Disabella, beş aylık bebeğinin parmağını emmesini önlemek için acı biber sürdü. Küçük kız, nefes alamayarak öldü. »
Hiçbir şey bize ait değil! Hiçbir şey bize ait değil! Hiçbir şey bize ait değil! Hiçbir şey bize ait değil! Hiçbir şey bize ait değil!

Ya hiç ; ya da çok az umutla idare etmeli... Çok az...

Cumartesi, Kasım 12

Yolcu


Hiçbir yoldan hayır gelmiyor, merkezine kendini oturtmayınca.. Oysa; yollar ve yolculuklar elinde olmalı insanın.. Sebepler, sonuçlar, hep elinde.. Yoksa akıl yoruluyor, çizgiler kararıyor.. Günler geçiyor da öyle, saatler geçmek bilmiyor. Hasret yok! Özlemek yok! Tövbe büyük günahlara! Lâkin bir sonu olmasın mı hâlâ? Her gidişte hayattan da gidiyorum nicedir. Bu kadar yollara yazgılı bir kurgu, niyedir?

Perşembe, Kasım 10

09:10


"..."Kalbim, iki değirmen taşı arasına düşmüş buğday tanesi olsa ancak bu kadar ezilirdi. Ne ağlayabiliyor, ne konuşabiliyor, ne de konuşulanları anlıyordum. Bir ara büsbütün kendimden geçmişim. Odadan deli gibi fırladım. 'Nereye?' diye arkamdan koştular. 'Şimdi geliyorum,' dedim..." Atatürk'ün yaveri Salih Bozok, şuursuzca sarayın merdivenlerinden aşağı koştu. Alt katta boş bulduğu bir odaya dalıp kapıyı kapattı. Az sonra içeriden tek el silah sesi duyuldu. Sesi duyup koşanlar O'nu kanlar içinde buldular. Tabancasından kalbine sıktığı bir kurşunla devrilmişti." can dündar, sarı zeybek
İtiraf gibi bir ölüm... Şiir gibi bir intihar... Bir kalbin beynine oynadığı muhteşem bir "son" oyun... Bu tercih, bu vazgeçiş bir yok oluş olabilir mi? Ve Allah; hiç özüne merhamet edeni cezalandırabilir mi? Kim sorgulayabilir sevdiğini yitirmenin acısını? Kim susturabilir acının fizikötesi çığlığını? Ve kim bastırabilir rûhun yaşama dair yenilgisini? Hiç kimse! Peki; bunca yaşarken, ben neden ölemiyorum? Daha mı az seviyorum yitirdiklerimi? Daha mı çok bağlıyım hayata? Yoksa kalbimin beynime oynayacağı o son oyunun gücü mü eksik bende? O kuvvet ve kudreti kendimde bulamadığım için olsa gerek; kendinde bulanların yaralı rûhuna sarıp bozgunumu, "kuru bir gıpta duygusu ile yaşamak" gibi zavallı bir tercihin ardına saklanıyorum. Çok yazık! Bu ömrün hesabını benden soracaklar bir de...

Çarşamba, Kasım 9

İç


Kendi sonuna doğru yuvarlanan bir renk topunun, bîhude çırpınış ile nâfile harcanışları arasında ille de sözcüklerle uğraşıyorsa insan : ZAVALLIDIR ! Ve bu durum; ya tatlı hayata doğan insanların "iç" inden çıkma arzusu, yahut ta o "iç" lerden dışarı atılmaya sebep bir yetersizlik yüzündendir. Söyleme alışkanlığını kırmak isteyen bir "yazmak" , zararlı bir bahâne, kötü bir mâzerettir. Çünkü; "iç"in kapılarını zorlayan hüzün, tehlikelidir ve gerekiyorsa delirmelidir!

Pazartesi, Kasım 7

Bilâistisna

"Bana kalırsa film biraz karışıktı," dedi genç adam, "bazı yerlerini anlamadım." "Canım," dedi kız, "sonunda çocuk ölüyor işte." "Aptal..." dedi delikanlı, "o kadarını biz de anladık." (oğuz atay, tehlikeli oyunlar)


- Daha önce okumamış mıydın?
- Kerelerce okudum ama, her okuyuşumda değişiyor sonu.
- Güldürme beni. Adam ölecek. Bu kesin. Son değişse bile adam ölüyor. Hep ölüyor adam.
- Olabilir. Öykülerde ölüm çoktur. Hadi çıkalım.
(faruk ulay, kopuk bağlantılar)

Herkesin filmi bir gün bir şekilde aynı "son" ile bitecek. Hal böyleyken, filmlerimizin kurgusuna onca kafa yorup, titizlenmelerimiz niye ki? Kurguya göre Oscar mı verilecek? Ölüm; istisna tanımayan tek kanun. Diğer kanunlar gibi manipüle edilemiyor ve ben her ölüm haberinde avuçlarım patlayıncaya kadar alkışlamak istiyorum, onun bu yersiz adaletini.

Pazar, Kasım 6

Jeanny


- Tatsız bir haberim var, ama?
= Söyle.
- Bizim yan bloktan bir kadın...
= Eee?
- Sekizinci kattan.. aşağıya atmış kendisini..

Tanımıyorum ama güzel olmalı.. Yirmi altı yaşında bir kadın hiç çirkin olabilir mi? Şimdilerde yıkılmış bir eşi ve herşeyden habersiz soluyan beş aylık ta bebeciği varmış. Terliğinin bir teki yukarıda kalmış. Bulduklarında, yüzü beyaza kesik, gözleri açıkmış. Görünürde olanlara bir sebep yokmuş. Hatta bir gün öncesinde, geleceğe dair basit planlarından söz etmiş birilerine. Basit planlar... Hiç değişmiyor... Oysa... Aah, kim kime sahiden bir şeyler verebiliyor? Zihnimde 80'li yılların Falco'sundan "Jeanny" çalıyor. " Du dich? Ich mich? Oder, oder wir uns? "

Geride kalan olmak duygusu, belki taşıması güç bir "ceza", ama olsun. Ben intiharları seviyorum. Bedeni ile rûhu arasındaki köprüyü "intihar" lokumu ile havaya uçuranlara ise gıpta ediyorum. Hatta bir gün gerçekleşecek olan ölümümün de "intihar" olmasını diliyor ve daha büyük bir keyifle yakıyorum sıradaki cigaramı. Ne yapayım? Şimdilik elimden bu kadarı geliyor.

Cumartesi, Ekim 29

Zaferler


Cumhuriyet.. Demokrasi.. Ve kanla yazılmış zaferler... Pöh! Düşünüyorum da yaşamımda mutlak galibiyet ve en az kayıpla sonuçlanan, göğüs göğüse vuruşarak kazandığım tek bir zafer bile yok. Hesaba döktüğümde; düşünce tarihi anlatımlarında adı geçen Pirus ve Piron gibi sahte zaferlerle dolu bir ömür tükettiğimi görüyorum. Aslında kendi içinde onların bile hesabı karışık. Pirus; olağanüstü kayıplarla kazanılan, daha çok bozguna benzeyen ve Piron da karşı tarafı yok saymak, görmemek sûretiyle kazanılan bir zafer türü ise benim yaşamımda ikisinin de bu denli net ayırımı yok. Ben; Piron zaferi kazanmak üzere yola çıkıp, Pirus zaferi ile geri dönüyorum çoğunlukla. Yani; amacıma giden yolda öncelikle kimseyi görmüyor, umursamıyorum, ama süreçte o umursamadığım herşey ve herkes ile tek tek çarpışarak, pek çok savaşçı değERimi yitirip, bozguna uğramış fakat amacına da ulaşmış biri olarak eve dönüyorum. Eee, elde ne var? Yalnızlık ve hüzün. Oysa yaşamın en acımasız demidir, ikisinin birleştiği nokta...

Salı, Ekim 25

= ( x / + - )


Önce "çarp" kendini, çoğalt sonsuza.. Sonra "böl" , paylaş onunla bununla.. Ardından "topla" geriye her bir parçanı ve "çıkar" içine yerleşemeyen köşesi kırıkları.. Yaşam eşittir; parantez içinde dört işlem ! İşlemin sonucu hep eksi, hep eksik... Nitekim; parçalanan her oyuncak "tamir edildiğinde" bir parça fazla gelir. Oyuncak iş görür; lâkin bilir de, hep eksiktir bir parçası. Merakım o ki; sahibine düşer mi acep bunun tasası?

Pazar, Ekim 23

İnanmak



"İnanmışların güller açar kalbinde her zaman / bütün korkuları avuçlarından akıp gider..." diyor, hani şu oğlu Galata kulesinden ölüme atlayan adam! Ve ekliyor: "inanmak; biraz da var olmaya benzer " Kim bilir "var olmak" gerçekte neye benzer?

( Sevgili Handân Demiralp ' e çoğaltıp çoğalttırdığı her şey adına minnet ile...)

Çarşamba, Ekim 19

Kum Saati


" içimde bir evin çatı katını dolduracak kadar
gökyüzü, içimde yıldız yıldız bir gece,
içimde kimsesizlik var
içimde aşk var
Allah var
içim
d
e
ço
cuk
luğumun
yetim sokakları var
içimde onur var,gurur
var, hayatın rengi var ve
saygı ve sevgi ve îman ve aşk var
beni temiz bir toprağa gömün e mi?
"
(N.Göktürk'ün sözcüklerinden derleme, bağışlaması ümidi ile... )

Perşembe, Ekim 13

Dinle Böceğim;


"... dinle böceğim, uzun bir seyahate çıkacağım, hareketimden evvel bazı şeyleri söylemek arzusundayım. Yokluğum fazla uzayabilir, zaman zaman, dediklerimi dinleyerek saptarsın ki: hayatta kimse kimseyi anlamaz, kimse kimsenin yerini tutamaz; aşk dediğimiz, ya vahim bir yanlış anlaşılmadır, ya kötü bir hayal kurma tarzı: iki kişinin ikisi de, öbürünün yerine hayal kurmaya kalkıştığından, sükût-u hayaller eksik olmaz! Sen dediğime kulak ver, kendimizden başkasını sevemiyoruz; sevdiğimiz, şahsiyetimizin dışlaştırılmış, bir başkasının üzerinde somutlaştırılmış hayali; o başkası da kendisini üçüncü bir şahıs üzerinde dışlaştırır, somutlaştırır: arada ahenk kurulamaz, nasıl kurulsun, sevdiğimizle sandığımız farklı! Muvaffak bir çift, yalnızlığa tahammülü yüksek iki insan mânasını taşır: çift demek, yanyana iki yalnızlık demek, beraber bile olamamış, kesişmesi bile zor! Onun için böyle bir hayatı, içine girip kurbanı olmadan yaşayacaksın, yani uzaktan. Uzaktaki, soyut, hemen hemen yok bir şahsı sevmekten güzelini tasavvur edemiyorum. Yakında olmayan sevgili tahayyülde yaşatılır, hayalde yaşamak az evvel açıkladığım kaideye uygun olarak, onu kendine benzetmektir; yanında bulunmayacağından, o buna ne itiraz edebilir, ne müdehale: sevdiğini hayalinde değiştirdikçe, kendine benzettikçe daha çok seversin, böylece denge korunmuş olur. Sevmek! Sevmek esasında alıp başını gitmektir, sevgiliden uzaklaşan mutlak aşka yakınlaşır, sevdiğini gönlünde kendi bildiğince yeniden yaratarak..." attila ilhan, fena halde leman
Çalıp söyleyeni de hatırlarım, soğuk ve erken bir gidişte.. Şimdi kim ağlaşır kirpikleriyle, çalarken o Mâhur beste?

Salı, Ekim 11

Yanmak



İnsanın dokunduğunu tutamadığı zamanlarda, acılarını beslemek adına, en küçük bir avuntuyu dahî -ihanet addedip- reddetmesi, bana mâkûl görünüyor. Çünkü acı, tüm canlıların ortak paydası ve ölüm; bu paydanın en geçerli, en gerçek çarpanı. "Benim!" diyene bile zordur yarımağız rahmet dilemek, bakakaldığının ardından. Elde kalan ise acının hazzıdır, bir gömlek yahut tesbih ile çıkılacak rabıta yolculuğundan. Böyle böyle günler çekilir insanın ömründen ve bildiği hiçbir şeyi mârifete çeviremediği, hayâlden bir âlem başlar. Yani rezillik, boyu geçmiştir artık. Ölen ile ölünmeyeceği kadîm bilgisi şöyle dursun, ölüm ile ölünmediği gerçeği bile kifayetsiz kalır, âciz bir kimliğin hükümsüzleşmesine. Sıfırın iki sınırı arasında hiçlikle uzlaşmanın yolunu ararken, atomlarının dağılmasını kayıtsız bir şekilde seyreder insan ve milyonlarca sebepten müteşekkil, mikronlarca hücre cayır cayır yanar. Yanmak? Ateş sudan daha temiz diyedir kuşkusuz.

Pazar, Ekim 9

Hükümsüzleşmek


"Bir sabah uyanıyorsunuz ve yoksunuz. Aynaya bakıyorsunuz, yüzünüz aynı yüz, elleriniz aynı eller... Bedeninizi yokluyorsunuz, orada duruyor... Ama siz hükümsüzleştirilmişsiniz, yoksunuz... Tapındığınız Allah'ın kitabı da dahil olmak üzere her şey, herkes değişmiş, tanımıyorsunuz... Ve bana öyle oldu. " (*)

Yörüngemi şaşırıp, hükümsüzleştiğim o meş'ûm vak'adan beri, bu ilk boylu boyunca yazma/yazılanma teşebbüsüm. Gerekçesini bilmiyorum, ama kıyametin, meğer insanın içinde kopan bir şey olduğunu anladığımdan bu yana, âlemler ötesi bir sürgündeyim âdeta. Ne bir başlığı var içimdeki acının, ne de bir muhâtabı kalbimdeki isyanın. İnsanlar da, dünya da ömrüm gibi kayıp gidiyorlar işte ayağımın altından. Ailenin aile, dostun dost, komşunun komşu olmaklığı eskidi, birkaç dünya gününde ve ben en çok bir " itiraf " gibi ölmeyi diler oldum, dualarla varılan sabahların köründe. Yaşamın, beni ziyâdesiyle aştığını, artık onu taşımanın anlamını kaybettiğimi itiraf ! Ne var? Herkes bir gün kekeleyebilir.
(* Yitirdiğim bütün "A"lara rağmen yitmeyen A.Alatlı'ya ve emeklerine şükranla...)

Çarşamba, Ekim 5

Yazgı


" Beynimizde uçuşan çağrışımları paylaşmamız bir hayâl ve meğer ki konuşmadan anlaşabilelim, seslendirdiklerimizin aklımızdan geçenlerin sulandırılmış bir özetinden ibaret kalmaları mukadder. "

Yazalım o halde ve yazılalım öylesine ...

Pazar, Eylül 11

Eylül Yorgunu

Gitti!.. "Ben artık yokum.." bile demeden, öylece gidiverdi. Kim olsa, böyle bir bildirinin ardından kıvranıp ezilirdi. Bunu bildiği için belki de.. Hiç haber vermeden.. Görünmeden hiç.. Sessizce gitti.. Sabır öğütleyen o ilk selâ sesini, son sesi bildim ve ezberimdeki tüm sesleri sildim. Evet, artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak.. Bozuldu bendeki bütünlüğü.. Dağıldı ondaki parçalarım.. Peki ya sen? Şimdi daha mı büyüksün Allah'ım?



" Ey acı ! Gün senin, çevir burgunu..
Ve vicdânım; dünlerden gel - yap sorgunu..
Ne olsa şimdi koca bir ömür: Eylül Yorgunu !.."

Cuma, Eylül 9

Shalamar

...
Tırnaklarım ipeği çizdi / beyaz
Parmaklarımın arasından akıyordu
Dansı sürüyordu büyücülerin / titrek
Ne yana kanatlansam o yana uçuyordu Şalamar..
Saklandığı gecede gizli / ayaz
Saçlarının arasından esiyordu
Zehir sızıyordu yalnızlığından / soğuk
Ne yana kanatlansam o yana uçuyordu Şalamar..
Şalamar! Şalamar! Firardasın tersine..
Yine de eteklerin geçmiyor başına Şalamar ..
Şalamar pencerelerine resim yapıştırmış cüceler
Dünya diye seyrettiğin odanda
Dokundular fırladın yataklardan :
" b â s u - b â d e l - m e v t !!! "
Tersine akıttın nehirleri çığlık çığlığa
Kuyularda yüzümüzü gördük
Saçlarımızı aradık - gitar sololar...
Şalamar! Şalamar! Firardasın tersine ..
Yine de eteklerin geçmiyor başına Şalamar ..
(İlhan İREM'e ışık ve sevgiyle...)