Hangisi hayat? Dünyada olup bitenler mi, kendi yaşadıklarımız mı? Yanı başımızda bir savaş çıktığında mı üzülüyoruz daha çok, yoksa sevdiğimiz bir yakınımız hastalandığında hatta öldüğünde mi? Ne zaman sevinçten ayağımız yerden kesiliyor; aşkımıza karşılık bulduğumuzda mı, ülke ekonomisi düzeldiğinde mi? Cevabı belli bu soruları sormak bile yetiyor "esas" hayatlarımızın "küçük dünyalarımızda" yaşandığını anlamaya. Bencilce gözükse de insâni bir duygu bu. Hâsılı ; sevdiklerimiz iyi olsun da tek, savaşlar çıksa, ormanlar yansa da olur. Mu?
Pazartesi, Temmuz 28
Disappearance

Kendi tenhâlığına çekilmeli.
O ıssız karmaşanın içinde gizlice yeniden çoğalmalı, nadasa bırakılmış bir toprak gibi kendi karanlığında bereketlenmeli. Hayatın o her zaman kullanılmayan patikalarında gezinmeli. Eski dostlara rastlamalı orada, yıllarca hiç karşılaşmadığı dostlara, gençliğini bölüştüğü dostlara; alevli bir magma gibi, zamanı yakan tuhaf bir kızıllığın içinde, pikapta cızırdayarak çalan şarkılara eşlik eden seslerini duymalı onların, hıçkırıklarını duymalı, yalnızlıklarını, gülümsemelerini duymalı.
Cesetlerimiz ne olsa toprağın emâneti, ruhları besleyip çoğaltmak gerek. Var olabilmek için kaybolabilmek gerek !
Salı, Temmuz 22
Ziya ve Zulmet
Bir aşk bir de ölüm her şeyi unutturan insana. Ama unutturma biçimleri ne kadar farklı. Birisi her şeye anlam katarken diğeri nasıl da anlamsız kılıyor bütün şeyleri.
Çarşamba, Temmuz 9
Dünyalar

Bu karmaşa, geçmişten gelen bir anı gibi uysal, bardağının dibinde kurumuş o son şarap damlası kadar yitik… Ama en yitik anında bile, okuduğun şu yazıyı oluşturan harflerin her biri kadar anlamsız ve o harflerin bütünü kadar da anlamlı bir yandan.
Ben baktığın kişi değilim, biraz kendini zorlayıp daha dikkatli, daha araştıran gözlerle “görmeye” çalıştığın ya da… Kiminin düşündüğü o nazik ve incelikli kişi değilim ya da o kaba, umursamaz kadın… O yalnızlığın meftunu ya da kalabalıkların her daim… Ben o değilim. Ve biliyorum ki hemen hiçbirimiz o değiliz; ne ben, ne sen, ne de gözlerinin arada bir sen farkına bile varmadan dalıverdiği bir başkası…

Senin bana bakan gözlerindeki yansımanın arzına yerleşip, o yansımayı oluşturuvermiş öz değilim ben ve bundan da kötüsü kendi içimde de tek değilim; senin görmediğin, bir türlü görmeyi başaramadığın tek bir dünya yok benim içimde; dünyalar var. Dışarıdan baktığında tuhaf yıldız kümeleri, galaksiler ki kimi -bir anlığına bakabilmiş olsan da- gözlerini kamaştıracak kadar parlak, kimi varlığını önüne sersem de seçemeyeceğin kadar sönük…
Hermann Hesse’nin bir romanında dediği gibi “En naifi de içinde olmak üzere hiçbir ben gerçekte bir bütünlük taşımaz, her ben çok yönlü bir dünyadır, yıldızlarla döşenmiş küçük bir gökyüzüdür, çeşitli biçimlerden, aşamalardan, konumlardan, değişik kalıtsal öğelerden ve değişik olanaklardan bir karmaşadır.” Düşünüyorum da bir bedende bir çok ruh ve her bir ruhun içerisinde bunca iklim devinip durmasaydı... ne olurdu ?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)