KARANLIK; IŞIĞIN NEGATİF İYONİZE OLMUŞ İZDÜŞÜMÜDÜR! BAŞIMIZDA KÂİNATIN SARKACI.. GEÇMİŞ - ÂN - GELECEK .. VAROLMUŞ VE OLACAK... BURASI GECE VARDİYASI! BURADA HERŞEY OLASI...

Pazartesi, Eylül 16

Yara

Sanatçıların, yarası olan insanlar olduğu söylenir. 

Yarası olmayan insan olurmuş gibi... 

Hiç yara almadan bu dünyadan geçip giden varmış gibi... 

Yara çok derinken, henüz açıkken, kanıyorken yaratmak imkânsızdır belki de... Hâlâ bir ümit varken, nekahetteyken yahut şifayı onda ararken mümkündür ancak yaratıcılığını kullanabilmek de... 

Ağır yaralıysanız eğer, öylece kıpırtısız kalırsınız; acınız çok büyükse olduğunuz yerde kıvranırsınız... Hiçbir şey yapamazsınız o haldeyken... O yaraya bakabilmek biraz vakit ister; yaranın kabuk bağlamasını, ağrısının acısının, sızıya dönüşmesini bekler. 

Acıdan kaçarken tutunduğunuz bir dalsa yaratmak, uzun süre çekmez sizi ya da siz yorulursunuz, kayar elleriniz, boşluğa savrulursunuz. Bir ümittir o dal; gücünüzü toplayıp yeniden tırmanana yahut da birileri duyup sesinizi yetişene kadar. Kolay değildir kendi yaranıza kendinizin neşter atması. Bir cerrah bile uyutur, uyuşturur sizi, ameliyat ederken. Ruhunuzdaki yaraları iyileştirmeye çalışan bir doktor, yüz yüze getirip yaranızla daha da çok yakar canınızı; henüz tazeyken o yara buna dayanamazsınız. Kaldırmaz bünyeniz, meğer ki zaman geçip de yeniden güç kazanmış olmayasınız. 

Belirsizlikler, kalp çarpıntıları, kaybetme korkuları, kıskançlık, anlatamamak, anlaşılamamak, küçük kırgınlıklar, çok yakın olamamak, hayal kırıklıkları, özlem, var olan veya önünüze çıkan engeller besleyebilir yaratıcılığı şayet hepsinin arasında bir mutluluk, bir heyecan da yaşanabiliyorsa; umutlar büsbütün tükenmemişse. Öfke ve nefretle de bilenir bazen yaratma duygusu, o yaranın açılması acıdan fazla onu açana karşı bir kızgınlık uyandırıyorsa. Mutsuzluğun o dipsiz ve kapkaranlık kuyusuna düşmüşseniz fakat, ümidinizi yitirmişseniz, içinizde kıpırdanan her duygu aynı acıyı canlandırır. Hissetmemek için bütün duygularınızı öldürürsünüz. Artık hiçbir şey doğmaz sizden. Umutsuzluğun olduğu yerde doğum olmaz. 

Yaranızın kapanacağına, iyileşeceğinize dair inancınız varsa, her şeye rağmen ‘ben’inizi ayakta tutabiliyorsanız, buna değeceğini düşünüyorsanız derdinizin dermanını da aramaya başlarsınız. 

Bazen de can havliyle olmadık ‘deva’lardan medet umarsınız: Tedavi edeceğine yarayı işleyen ve ona yeni yaralar ekleyen. Ne kadar zaman geçerse geçsin üzerinden, üstü ne denli örtülürse örtülsün, gerçekten ağır bir yara almışsanız kolay kolay cesaret edip dokunamazsınız oraya, etrafında dolaşırsınız, hafif hafif yoklarsınız olsa olsa. O kadarı bile yeter acıyı anlatmaya. 

Mutlu anlarla ve hüzünlü zamanlarla coşar yaratıcılık; hüznün mutlulukla her daim ilintisi vardır. Hüzün en çok da geçmiş mutlulukları hatırlamaktır. Acıyla yaratanlar, yaralarına uzaktan bakabilenlerdir; kendilerine yabancılaşmayı başarabilenler. O süzgeçten geçmeden sanat sanat olmaz zaten, düpedüz haykırmak olur. Sanatçılar, küçük yaralarını bir pertavsızla gösterir gibi büyütebilenlerdir ihtimal. Büyük yaralarına ise yaratıcılıklarına sığındıklarında dürbünün tersiyle bakarmışçasına bakabilenler. Farkları biraz da buradadır, yaratmak için neye ihtiyaç duyuyorlarsa onları bulup ‘oynamalarında’dır. Egolarının gücünde, o gücün her şeyden önde gelmesindedir. 

Yaratıcılığı besleyen en tatlı gıda aşktır ya, öyleyse sadece onun için izin verirler egolarından ödün vermeye. Yeter ki hayatlarında bir aşk bulunsun diye hatta, onu kendileri yaratıp kendileri büyütürler. Yaralarını bizzat açıp, açtıkları yarayı önemserler. Öylesine bir gereksinimdir ki bazı da bu, onları yaralamasına müsaade ettiklerine minnettar da kalırlar. 

Hepimizin yaraları var, kimi hafif kimi ağır. Onlarla olgunlaşmak yalnızca kendi hayatımızda daha güçlü durmak, hoşgörülü olmak, başkalarını da anlayabilmek değildir ama, başkalarında yara açmayacak derecede hassaslaşmaktır. 

Beyhudedir hiç yaralanmadan yaşamaya uğraşmak, hep kaçmak yaralanmaktan ve sizi yaralayacağını sandıklarınızdan. En çok neden kaçıyorsanız o gelip sizi bulur. En büyük darbeyi de nedense en fazla güvendiğiniz, ondan sakınıp saklanmadığınız insan vurur. 

Sevdiklerinizi yitirmekten daha derin yara yoktur. Asla silinmez ruhunuzdaki izleri. Çaresizsinizdir, mecburen kabullenirsiniz. Göz göre göre yaranızı hoyratça kanırtanı lakin hiç affedemezsiniz. Avunmaya çalışırken, teselliyi bulduklarınızı sonradan siz yaralarsınız kimi zaman da. 

Avununca unutursunuz. 

Yaralar yaşamanın bedeli. 

O bedeli ödemeden galiba anlayamıyoruz değerini... 


1 yorum:

Mona Rosa dedi ki...

"Yanarak var olmayı kabullenmekle,sönerek yok olmak arasında yapılacak seçimden ibaretti bütün hikaye."
Nazan Bekiroğlu yazdıklarını okuyunca dilime nedense bu düştü.Biz yanarak var olmaya doğuştan yazgılıyız ve bu yüzden kabuk bağlamaz hiçbir yaramız...